30 Ocak 2011 Pazar
26 Ocak 2011 Çarşamba
Arkla/Leander/Kız Kulesi
Üsküdar’da Bizans devrinden kalan Antik Propontis/Marmara Denizi'ndeki ve Boğaz girişine yakın en önemli eser. M.Ö. 2475 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, küçük bir ada üzerinde kurulmuş. Evliya Çelebi kuleyi şöyle tarif eder: “Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam seksen arşundur. Sathı mesehası ikiyüz adımdır. İki tarafına bakan yerde kapısı vardır.”
Antik Çağ’da ARKLA(küçük kale) ve Damalis(dana yavrusu) adları ile anılan kule, bir ara da “Tour de Leandros”(Leandros’un kulesi)LEANDER ismi ile ün yapmıştır. Şimdi ise Kız Kulesi ismi ile bütünleşmiş ve bu ismi ile anılmakta.
DAMALİS ve BOUS olarak adlandırılan ve bugün SALACAK'ın bulunduğu bölgede, Boğaz'dan geçen gemileri kontrol etmek için yapıldığı belirtilen ve Türk'ler zamanında Kızkulesi olarak adlandırılan yapıdan karşıya Sarayburnu'na İmparator Manuel Komnenos tarafından bir zincir çektirildiği rivayeti söylenegelmekte.
Salacak'la ilgili en önemli kaynak Dionysios Byzantios'un YKY'den Boğaziçi'nde Bir Gezinti adlı kitabında var. (Çeviren: Mehmet Fatih Yavuz)
BOUS (SALACAK BURNU)
Khrysopolis'ten (Üsküdar) sonra dalgalara açık, ileri doğru uzanan bir burun gelir. Birçok gemi ona doğru itilir, çünkü akıntılar Bous adlı buruna karşı aralarında yarışırlar. Orası, gemilerin Avrupa tarafına geçişi için stadyumlardaki yarış başlama noktaları gibi bir yerdir. Bu burunda beyaz taştan bir sütun ve sütunun dibinde bir inek heykeli vardır. Atina'lı komutan Khares, burada hastalanıp ölen cariyesi (Pallake) Boidion'u buraya gömdü. (Orada bulunan) yazıt anlatılanların doğruluğuna işaret eder. Tarihi amaçsız ve vasat hale getirenler, gerçeklerden uzaklaşarak heykelin çok eski bir olayla (Yani mitlerle) ilgili olduğunu düşünürler.
Kızkulesi'nin mimari yapılanma süreci; M.Ö. 341 yılına kadar uzanmakta. O dönemlerde boğazın çıkıntısı olan bu burun, (daha önce yarımada olduğu ile ilgili söylenceler vardır) BOUS adı ile anılmakta. Bu tarihte Komutan Chares'in eşi için, mermer sütunlar üzerine yapılan bir anıt mezardan sonra, M.Ö. 410'da Sarayburnu'nun bulunduğu yerden, ARKLA'nın bulunduğu adaya zincir gerilerek, boğazın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu haline getirildiği söylenmekte.
M.S. 1110'lara geldiğimizde ise ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilmiş. Savunma kulesi olarak inşa ettirilen bu yapı "Küçük Kale" anlamına gelen ARCLA/ARKLA adını almış.
İstanbul'un fethi sırasında savunma amaçlı olarak kullanılan kule, 1453 yılından sonra çok farklı amaçlarla kullanılmış. Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak değerlendirilmiş ve Mehterler burada adaya yerleştirilen topların atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit İstiklal Marşı) okumuşlar.
1509 depreminde zarar gören yapı, daha sonraki yıllarda tekrar inşa ettirilmiş.
Bunun dışında ilave edilen fenerle de gemilere yol gösterme işlevi yüklenmiş. O dönemde inşa edilen yapı, kule ve kale olarak iki ayrı bölümden oluşmuş ve içine sarnıç yapılmış.
1719 yılında fenerden çıkan alevle yanan kızkulesi, 1725 yılında şehrin Başmimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından tekrar onarılmış. Kule kısmı biraz değiştirilerek üst tarafa camlı bir köşk ve onun üzerine de kurşunla kaplı bir kubbe oturtturulur ve bina kagir olarak tekrar yapılmış.
Yıldırım düşmesinden gemi çarpmasına kadar pek çok felakete maruz kalan yapı, 18. yüzyılda sürgün için bir ön istasyon işlevi görmüş.
1830 senesinde kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüşmüş.
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş devrine girmesi ile tekrar savunma kalesi olarak kullanılmaya başlanıp, toplarla donatılmış. 1832 yıllarında tekrar bir tadilattan geçerek, kubbenin üzerinden yükselen bir bayrak direğine sahip olmuş.
Ve hattat Rakim'in yazısı ile kapısının üzerindeki mermere Sultan II. Mahmut'un tuğrasını taşıyan kitabe yerleştirilmiş.
1857'de tekrar fener ilave edilmiş ve 1920 yılında fenerin lambası otomatik ışık yapma sistemine kavuşmuş.
1944 senesinde restore edilmiş.
1959 senesinde Askeriye'ye devredilmiş ve radar istasyonu olarak kullanılmış.
1982 senesinde Türkiye Denizcilik İşletmeleri'ne devredilmiş, bu dönemde bir ara geçici olarak siyanür deposu olarak kullanılmış.
1992' den itibaren buranın özel sektöre devri konuşulmuş, İstanbul Belediyesi, Üsküdar Belediyesi, Mimarlar Odası, Şairler, Turing, Ulusoy Şirketler Grubu gibi pek çok kurum çeşitli medyatik projeler üretmişler...
2000li yıllarda da işte bugünkü görünümünü almış...
25 Ocak 2011 Salı
St. İrene/Aya İrini
Topkapı Sarayı I. avlusunda bulunur. St. İrene VI. yüzyılda İmparator Iustinianus zamanında yapımına başlandığı kayıtlardadır. Yapının planında atrium, narteks, üç nefli naos ve apsisten var. Tüm özellikleriyle bir Bizans yapısıdır.
Aya İrini muhtemelen yeni şehrin kurulmasından bile önce antik İstanbul'un ilk katedraliydi. Konstantin tarafından inşa ettirildi. 360 senesinde Aya Sofya katedral olana kadar ana dini merkez olarak sürdü. 532 'de yandı ve Justinian bir kubbeli bazilika olarak yeniden yaptırdı. Kilise 740 yılındaki depremde büyük hasar gördü. Bugünkü hali 750 'deki restorasyonun sonucudur.
Aya İrini muhtemelen yeni şehrin kurulmasından bile önce antik İstanbul'un ilk katedraliydi. Konstantin tarafından inşa ettirildi. 360 senesinde Aya Sofya katedral olana kadar ana dini merkez olarak sürdü. 532 'de yandı ve Justinian bir kubbeli bazilika olarak yeniden yaptırdı. Kilise 740 yılındaki depremde büyük hasar gördü. Bugünkü hali 750 'deki restorasyonun sonucudur.
24 Ocak 2011 Pazartesi
Elaiussa/Corci/Mardalıç adası-Denizköy/Dikili/Çandarlı
ELAİUSSA Adası; Kız Kulesi Adası, Corci ve Mardalıç Adası da denir. Halk genellikle bu adayı CORCİ diye anar. Bir bölümü antik çağdaki ismi ELAİTİKOS Körfezi denen, ÇANDARLI Körfezine baktığı için, ve Çandarlı'dan sonra gelen Zeytindağ/Kazıkbağları'ndaki ELAİA Antik kentinin de adaşı sayılır. Üzerinde kalıntılar, temel izleri var.
Corci/Kız Kulesi yani ELAİUSSA Adasıyla ilgili bölümü, 1990 yılına ait 8. ARAŞTIRMA SONUÇLARI TOPLANTISI Kitabında AYDA AREL'in Ege Bölgesi Ayanlık mimarisi 1989 dönemi yaz araştırmalarında ki makaleyi aşağıda okuyabilirsiniz.
Kuzey Ege kıyıları boyunca yaptığımız taramalar sırasında inceleme fırsatını bulduğumuz ilginç yapılardan biri, Çandarlı ile Midilli adası arasında kalan Corci/Georgia adasındaki büyük kuledir.
Kenarları yaklaşık 15m uzunluğunda kare bir tabana oturan bu kulenin teras şeklinde olduğunu tahmin ettiğimiz üst katı yıkılmış olduğundan yüksekliği kesin olarak belirlenememiştir. Gene de 15 m.olarak kestirilebilmiştir. Kule adanın denize ve kıyılara egemen bir bakış sağlayan en yüksek noktasına kurulmuştur. Üç, üçbuçuk metre kalınlığındaki duvarları, aralarında devşirme malzeme de bulunan değişik irilikte yontulmuş taşlardan inşa edilen bu kulenin giriş kapısından başka açıklığı yoktur. Mazgalla parapetle çevrili teras şeklindeki çatı kısmının altındaki mekana açılan giriş kapısı zeminden 6,7 m. kadar yukarıda kalmaktadır. Çevresinde tuğladan bezeme izleri bulunan bu açıklıktan ortasından bulunan iri ve 4 köşe örme bir ayağa binen dört çapraz tonozun örttüğü bir mekana girilir. Tuğladan örülmüş olün bu tonozlar, ikisi serbest ikisi de yapının duvarları içinde yer alan yuvarlak kemerlere taşıtılmıştır. Kemer üzgenlerinin altında kalan bir yükseklikte duvar boyunca sıralanan kiriş delikleri bir asma katın varlığına işaret eder. Tonozları taşıyan kemerlerin bindiği orta ayağı definecilerin marifetiyle yıkılmış durumda bulduk. Kulenin üst kata çıkan merdivenleri duvarın içindeki bir geçite alınmıştır.
Kule girişinin ilerisinde çalılıklar arasında bulduğumuz Yunanca yazılmış bir kitaseden artakalan bir mermer blok kule ile ilgili olmalıdır. Bu bulgu kulenin Bizanslılar tarafından yapılmş olabileceğini düşündürüyorsa da, bu bölgenin Ortaçağda Ceneviz denetim alanında bulunması kesin bir yargıya gidilmesini önlüyor. Bilindiği gibi, Kuşadası'ndan Edremit, Midilli ve Enez'e kadar kuzey Ege bölgesini elinde tutan Cenevizliler buralarda birçok iskele kurmuşlar ve sıkı bir kontrol ağı kurarak üslenmişlerdir.
Bu durumda Corci adasındaki kulenin Cenevizliler zamanında yapılmış olduğunu düşünmek yanlış olmayabilir. Kaldı ki Paleologleqarın vasali durumundaki Gattilusio ailesi Yunan adları kullanır. Bunlar 1373 ?lerde Midilli adasında adanın güney kıyılarını ve Edremit'ten Çandarlı'ya kadar olan kıyı kesimini gözetim altında tutan bir kale inşa ettirmişlerdi. Corci adasındaki kule ise, Midilli ile Anadolu arasından geçen deniz trafiğinin kontrol edildiği bir istasyon olabilir. Adada ayrıca iskan izleri ve ufak Bizans şapellerine ait kalıntılar var.
Not: BÜRSCHNER STRABON'a atıfla adayı ELAİUSSİA ile bir tutar ve adayı AGHİOS GEORGHİOS takımadasında gösterir.
Corci/Kız Kulesi yani ELAİUSSA Adasıyla ilgili bölümü, 1990 yılına ait 8. ARAŞTIRMA SONUÇLARI TOPLANTISI Kitabında AYDA AREL'in Ege Bölgesi Ayanlık mimarisi 1989 dönemi yaz araştırmalarında ki makaleyi aşağıda okuyabilirsiniz.
Kuzey Ege kıyıları boyunca yaptığımız taramalar sırasında inceleme fırsatını bulduğumuz ilginç yapılardan biri, Çandarlı ile Midilli adası arasında kalan Corci/Georgia adasındaki büyük kuledir.
Kenarları yaklaşık 15m uzunluğunda kare bir tabana oturan bu kulenin teras şeklinde olduğunu tahmin ettiğimiz üst katı yıkılmış olduğundan yüksekliği kesin olarak belirlenememiştir. Gene de 15 m.olarak kestirilebilmiştir. Kule adanın denize ve kıyılara egemen bir bakış sağlayan en yüksek noktasına kurulmuştur. Üç, üçbuçuk metre kalınlığındaki duvarları, aralarında devşirme malzeme de bulunan değişik irilikte yontulmuş taşlardan inşa edilen bu kulenin giriş kapısından başka açıklığı yoktur. Mazgalla parapetle çevrili teras şeklindeki çatı kısmının altındaki mekana açılan giriş kapısı zeminden 6,7 m. kadar yukarıda kalmaktadır. Çevresinde tuğladan bezeme izleri bulunan bu açıklıktan ortasından bulunan iri ve 4 köşe örme bir ayağa binen dört çapraz tonozun örttüğü bir mekana girilir. Tuğladan örülmüş olün bu tonozlar, ikisi serbest ikisi de yapının duvarları içinde yer alan yuvarlak kemerlere taşıtılmıştır. Kemer üzgenlerinin altında kalan bir yükseklikte duvar boyunca sıralanan kiriş delikleri bir asma katın varlığına işaret eder. Tonozları taşıyan kemerlerin bindiği orta ayağı definecilerin marifetiyle yıkılmış durumda bulduk. Kulenin üst kata çıkan merdivenleri duvarın içindeki bir geçite alınmıştır.
Kule girişinin ilerisinde çalılıklar arasında bulduğumuz Yunanca yazılmış bir kitaseden artakalan bir mermer blok kule ile ilgili olmalıdır. Bu bulgu kulenin Bizanslılar tarafından yapılmş olabileceğini düşündürüyorsa da, bu bölgenin Ortaçağda Ceneviz denetim alanında bulunması kesin bir yargıya gidilmesini önlüyor. Bilindiği gibi, Kuşadası'ndan Edremit, Midilli ve Enez'e kadar kuzey Ege bölgesini elinde tutan Cenevizliler buralarda birçok iskele kurmuşlar ve sıkı bir kontrol ağı kurarak üslenmişlerdir.
Bu durumda Corci adasındaki kulenin Cenevizliler zamanında yapılmış olduğunu düşünmek yanlış olmayabilir. Kaldı ki Paleologleqarın vasali durumundaki Gattilusio ailesi Yunan adları kullanır. Bunlar 1373 ?lerde Midilli adasında adanın güney kıyılarını ve Edremit'ten Çandarlı'ya kadar olan kıyı kesimini gözetim altında tutan bir kale inşa ettirmişlerdi. Corci adasındaki kule ise, Midilli ile Anadolu arasından geçen deniz trafiğinin kontrol edildiği bir istasyon olabilir. Adada ayrıca iskan izleri ve ufak Bizans şapellerine ait kalıntılar var.
Not: BÜRSCHNER STRABON'a atıfla adayı ELAİUSSİA ile bir tutar ve adayı AGHİOS GEORGHİOS takımadasında gösterir.
Fenerbahçesi/Hieria/Hera/Hieron
Asya tarafının yani antik Bithynia'nın en önemli kentlerinden olan Kalkhedon'un içinde yer alan, Fenerbahçesi Kadıköy'ün mezarlığı idi. Buraya Hera adını taşıyan bir tapınak yapıldığı da biliniyor. Bizans çağındaHiera ve Heraia adını aldı. Bu toprak parçasının ilk görkemini kazanması, Doğu Roma İmparatoru İustinianus'un eşi Theodora için yaptırdığı söylenen saray ile başlamış. Prokopius "Dünyanın hiç bir yerinde, bir saray için seçilebilecek bu güzellikte bir kara parçası yoktur"demişti. İmparator, yarımadanın lodos tutmayan yanı olan KALAMIŞ KOYU/EUTROPİ LİMANI tarafına bir mendirek yaptırmış,4 metre eninde, 4 metre boyunda büyük taşlardan yapılan ve denizden 1 metre yükselen mendirek, başka tesisler yapılırken betonların arasında kaybolup gitmiştir. Bizans çağında, kıyıda bir işaret kulesnin de varlığı bilinir. Kule önünde ve deniz içinde, dikdörtgen prizma taşlardan oluşan bir kayalık vardı. Buraya da HİERİA/HERA /HİERON kayalığı veya Juno kayalığı adı verilmişti. Bu kayalar üzerinde Hellence yazıtlı bir taş vardı. Taş kaide üzerinde bir Hera heykelinin varlığı söylenir, önce heykel sonra da kaidesi 19. yy.da taş kaide de çalınmış.
Kaynaklar:
ÇELİK GÜLERSOY :FENERBAHÇESİ TÜRİNG-1998
15 Ocak 2011 Cumartesi
İmbros/Imroz/Gökçeada
Gökçeada 285.5 km.² lik bir alan üzerindedir. Çevresi 46 deniz mili olup, boy ve en olarak 16 x 5 deniz mili boyutlarındadır. Gelibolu Yarımadası'na 11, Limni'ye 10, Semadirek Adası'na 12 mil uzaklıktadır. Ulaşım için en yakın yer olan, Kabatepe Limanı'na 14 mil uzaklıktadır.
Coğrafi yapısı çevre adalardan oldukça farklıdır. Tek bir dağdan oluşan Semadirek ile tek bir ovadan oluşan Limni'ye karşın, tepelerin ve ovaların birbiri ardınca sıralandığı ilginç bir yapısı vardır. Gökçeada genelde engebeli bir yapıya sahip ve volkanik kütlelerden oluşmuştur. Gökçeada'nın % 77'si dağlık, %12'si engebeli ve %11'i de ovalık alandan oluşmuştur.
Ada'nın en yüksek noktası Doruktepe 673 metredir. Volkanik bir yapı hakim olmasından dolayı Dev Kazanları, Sualtı Mağaraları, Lav kayaları ve ponza taşları Ada'da çokça bulunmaktadır.
Ada'da yaklaşık 1500 hektar ekilebilir arazi, 1900 hektar bağlık, 4000 hektar mera, 8000 hektar ormanlık arazi bulunmaktadır. Karışık olarak toplam 20.000 hektar alan bulunmaktadır. Kullanılamayan arazi %30 dur ve bu duruma göre Gökçeada'da kullanılabilir arazi Türkiye ortalamasının çok üzerindedir. Ada 'da 5 adet gölet bulunmakta ve su kaynakları açısından Ege'nin en zengin adasıdır.
İklim, Akdeniz ve Karasal İklim arasında sıkışmıştır. Kar ve don ender olarak görülür. Bahar ayları yağışın en çok olduğu aylardır. Gökçeada rüzgarlara açık bir konumdadır ve genellikle Poyraz ile Lodos rüzgarları etkindir.
Bitki örtüsü ise, çam ormanları, makilik, ve zeytinlikten oluşmaktadır. Rüzgara açık alanlarda da geven dikenleri mevcut olup, Ada'nın erozyon dengesini sağlamaktadır. Bitki örtüsü ise çok ilginçtir; Akdeniz, Karedeniz, Ege ve Karasal iklim bitki örtüsü bir arada görülür. Bu açıdan da bakıldığında her türlü ürünün alınabileceği bir yer olarak göze çarpar.
Çınarlı Ovasındaki 5 bin yıllık Höyük var. Aydıncık'taki kaya mezar ile Kaleköy'de bir evin arkasında bulunan lahit mezarlar.
Kaleköy'de, Cenevizlilerden kalma bir kale kalıntıları vardır. Kapıkaya mevkiinde Şeytan Kayalıklarında Eski bir kale kalıntısı da bulunmaktadır. Güzelcekoy'da İngilizler 'in kullandığı Birinci Dünya Savaşından kalma Karargah ve baraj gölü kalıntıları ve denizdeki batıklar. Osmanlılardan kalma çamaşırhane, top ve evraklar bulunmaktadır.
Denizlerde bir çok eski batık ve amfora bulunur. Eski dokuma tezgahları, halı tezgahları, Fıçılar, ahşap eşyalar, koruma altındadır. Roksados mevkiinde, belki de dünyanın en eski barajlarından birinin kalıntıları bulunmaktadır.
Tepeköy'ün Thameni'de ''gömülmüş yer'' bulunan arkeolojik kalıntılar. Yeni mahallenin üstünde, Kefaloz'da, Tepeköy'ün Balidosta, Zeytinliköy'ün Arassia ve Krioneroda, Dereköy'ün Pyrgos'ta ve tabii Kastro'da (Yukarı Kaleköy) muhtelif arkeolojik kalıntılar bulunmaktadır.
Almanya Arkeoloji enstitüsünden Robert OUSTERHOUT ve Winfred HELD 1998 , 2003 yıllarında kazı raporlarında İmbros 'da araştırmalarını anlatmaktalar.
İncelenen İlk yer antitk İMBROS/KALEKÖY. ancak tahribatın çok fazla olduğunu belirtiyorlar, sur duvarlarının sadece kentin doğusunda bir kısmı var, diğerleri tatil sitelerinin etrafındaki molozları arasında.
Kaleköy'ün güneybatısındabir derede bulunan ROKSADO'nun duvarlarına ulaşıldı, adanın dini merkezi olan büyük bir tanrılar kutsal alanıdır. Korunan teras duvarlarıgeç klasik veya erken hellenistik dönemden olmalıdır.
Ayrıca adanın güneybatısanda PANAYA STİ YERAKİA KİLİSESİ YANINDAKİ ANTİK ÇİFTLİK TE İNCELENDİ.
Bizans dönemi kaleleri incelendi. Enb üyükleri Geç Bizans Kaleköy kalesiydi.
PALAİKASTRO olarak ikinci bir kale adanın içinde Dereköy'den bir saatlik uzaklıkta bir tepenin kayalık zirvesinde, Burası Eugenios'un anlattığı şehirlerin ikincisi olmalı.
Güneyde 5 km sonra PYRGOS Limanı ve geç ortaçağ kulesi bulunuyor.
Ayrıca iki tepede iki küçük kale incelenmiş, ARASSİA ve PALAİKASTRAKİ.
Gökçeada'nın ilk sistemli arkeolojik kazısı olma ünvanını taşıyan Yenibademli Höyük , Kaleköy istikametinde olup ilçe merkezine 3 km. mesafededir.Yolun sol tarafında bulunmaktadır. Orta büyüklükte bir höyük olan Yenibademli Höyük, doğu-batı yönünde 120 m. , kuzey-güney yönünde ise 130 m. kadar bir alanı kapsamaktadır. Yüksekliği araziden 9m. ,deniz seviyesinden ise 18 m. kadardır. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izinleriyle 1996 yılından itibaren Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Doç.Dr.Halime HÜRYILMAZ başkanlığında kazı çalışmaları Gökçeada Kaymakamlığı ve Gökçeada Belediyesi'nin katkılarıyla yürütülmektedir. Kazı çalışmaları neticesinde, Höyük'teki yerleşmenin günümüzden 5000 yıl öncesine varan Erken ve Geç Tunç Çağları'na ait olduğu bulgulardan anlaşılmıştır
KALEKÖY
Gökçeada'nın en eski köylerindendir.İlçe merkezine uzaklığı 4 km2dir. Aşağı Kaleköy ve Yukarı Kaleköy olmak üzere iki bölümden oluşur. Aşağı kaleköy yaz gecelerinde ilçenin en hareketli mekanıdır. kordonu ve çay bahçeleri , restoran ve barlar da burada bulunmaktadır.Yukarı Kaleköy ise adanın en eski tarihi mekanlarından birisi olan ISKITER KALESI bulunmak tadır. Cenevizliler tarafından inşa edilen kalenin surlarının bir kısmı halen ayaktadır. İskiter Kalesi,Çınarlı ovasına hakim bir tepededir.Kalenin bulunduğu mevkiden Aşağı Kaleköy, Yenibademli, Eskibademli ve Zeytinli köyleri net olarak görülebilir. Ayrıca yapısı nedeniyle tıpkı bir yelkeni andıran ve ancak denizden ulaşılabilen Yelkenkaya'yı da kuzeydoğu yönüne baktığınızda buradan görmeniz mümkündür.
YENİ BADEMLİ
Ispartalı vatandaşlarımız ve Karadeniz'den getirilen balıkçı ailelerin iskan edildiği köydür .Adanın nüfus yoğunluğu bakımından en büyük köylerindendir. İlçe merkezine 4 km. mesafededir. Halkı geçimini hayvancılık, ziraat ve balıkçıkla sağlar. Bu köyümüzde ev pansiyonculuğu yaygın olarak yapılmaktadır.
Yapılan Arkeolojik Çalışmalar
1-HÖYÜGÜN KONUMU :Yenibademli Höyüğü. Kaleköy'un (Kastro) 1.7 km. güneybatısında, Çınarlı ilçe merkezi ile Kaleköy'ü birbirine bağlayan asfalt yolun batısında, Büyükdere Vadisi'nde yer almaktadır ; Güney kesimleri eski, kuzey kesimleri yeni aluvyonlarla kaplanmış olan vadinin içinden akan Büyükdere 13 km. uzunluğundadır. Büyükdere Vadisi'nin en eski yerleşim yerini temsil eden Yenibademli Höyük, kuzey-güney yönünde 130 m., dogu-batı yönünde ise yaklaşık 120 m. uzunluktadir. Höyüğün deniz seviyesinden yüksekliği 18.01 m.ye ulaşmaktadır.2- KURTARMA KAZISININ AMAÇLARI : Gökçeada ilçesinde halen kullanılmakta olan hava alanının yetersiz kalması nedeniyle Ulaştırma Bakanlığı tarafından genişletilmesine karar verilmiştir. Bu proje çerçevesinde hava alanının kuzeydoğu yönündeki yaklaşma sahası içinde kalacak olan bu höyükte kurtarma kazılarının başlatılması zorunlu hale gelmiştir. Yenibademli Höyük'te 1996 yılı çalışmalarımız şu amaçlar doğrultusunda planlanmıştır: 1. Gökçeada'da ilk arkeolojik kazıların başlatılması. 2. Uzun yıllardan beri höyük yüzeyinde sürdürülen tarımsal faaliyetlerin durdurulması yoluyla tahribatın önlenmesi. 3. Tarih öncesi dönemleri hemen hemen hiç bilinmeyen Gökçeada'nın kültür sürecinin belirlenmesi. 4. Höyük'te genel yerleşme planı ve yapıların dağılım düzeni ile ilgili bilgilerin belirlenmesi. 5. Açığa çıkarılacak yapıların planlarının tabakalara göre değişip. değişmediğinin incelenmesi. 6. Stratejik bir konuma sahip olan ve deniz ticaret yolları üzerinde yer alan ada ile Batı Anadolu, Güneydoğu Avrupa, Kıta Yunanistan ve Ege Denizi adaları arasında kültürel ilişkilerin aydınlatılması. Bu ilk kazı mevsiminde Yenibademli Höyük ' te yürütülen çalışmalar altı grupta toplanabilir: A. Temizlik çalışmaları B. Topografya calışmaları C. Yüzeyden buluntu toplama çalışmaları D. Kazı çalışmaları E. Küçük buluntu çalışmaları F. Analiz çalışmaları A. Temizlik Çalışmaları : Yenibademli Höyük, yıllarca kaderine terk edilmiş olduğundan doğal tahribata uğramıştır. Bunun yanı sıra 1968 yılında adaya yerleşen bazı aileler, hayvan sürülerini höyük üzerinde otlatarak ve höyüğün bir bölümü üzerine ahır yapmak suretiyle yapay tahribata da neden olmuşlardır. Höyüğün güneyinde yer alan iki konutun inşaatlarında kullanılan taşların büyük bir bölümü, tarımsal faaliyetler sırasında höyüğün yapı katlarından sökülmüştür. Ayrıca höyüğün dogu, batı ve kuzey yönlerinde sürdürülen bu tür faaliyetler tahribati hızlandırıcı rol oynamışlardır. Kazıya başlamadan önce otlarla kaplı batı teras ve höyüğe girişi sağlayan rampa görünümlü iki alanda temizlik çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasında sileks uç, çekirdek ve çanak çömlek parçaları toplanmıştır. Ayrıca hayvan kemikleri de ele geçirilmiştir Elde edilen buluntular, türlerine göre sınıflandırılmışlar ve depolanmışlardır.
B. Topografya Çalışmaları : Yenibademli Höyük 'te kazıya başlamadan önce, çağdaş kazı sistemine göre çalışabilmek amacıyla, höyüğün topografik planı çıkartılmıştır. Gökçeada Tapu ve Kadastro Müdürlüğü elemanlarınca ayrıntılı ölçüm çalışmaları yapılmış ve höyüğün merkez, doğu, kuzey ve batı teraslarına poligon tasları yerleştirilerek yükseklikleri hesaplanmıştır. Daha sonra bu bölümler Ida Harita Planlama Şirketi'nde değerlendirilmiş ve höyüğün topografik planı hazırlanmıştır . Kazının yapılacağı alanlarda kareler oluşturabilmek amacıyla, höyük kuzey-güney ve doğu-batı yönlerinde yirmişer metre ara ile eksenlere ayrılmıştır. Enine eksenlere A-I harfleri, boyuna eksenlere ise 1-14 rakamları verilerek bir karolaj sistemi oluşturulmuştur . C. Yüzeyden Buluntu Toplama Çalışmaları : Höyük yüzeyinden toplanan çok sayıda keramik parçaları, sileks alet ve yongalar, taş baltalar ve kemik aletler değerlendirilmiştir. Höyüğün batı terasında Eski Tunç Çağına ait kap parçalarının çok yoğun olması, yüzeyin hemen altında Eski Tunç Çağ tabakalarının var olduğu izlenimini vermiştir. Daha çok Ege dünyasından tanınan ve benzerlerinin Limni (Lemnos) adasında yer alan Poliochni yerleşim yerinin mavi tabakasında, Batı Anadolu'da Kumtepe'de ve Menemen/Höyücek'te görüldüğü, sap kısmında çift deliği olan bir kil kanca parçası, batı terasta ele geçen yüzey buluntuları arasında yer alır. Yüzeyden toplanan buluntular değerlendirildikten sonra, olanaklar ölçüsünde ana toprağa veya anakayaya en kolay ulaşabileceğimiz batı terasta ve höyüğün güneyinde kazı çalışmalarına baslanılmıştır.
Misia
04-02-2008, 10:29
D. Kazi Çalışmaları : 1996 yılı çalısmaları höyüğün batısında E9 ve guneyinde Fll plan karelerinde olmak üzere, iki farklı açmada gerçekleştirilmiştir. 1. E 9 Açmasındaki Kazı Çalışmaları Bu alanda gerçekleştirilen çalışmalarda, yüzeyden toplanan I. Troia devri keramik parçalarında başka, bu devre ait mimari kalıntılara açıklık getirmek ve bu yerleşimin karakterini belli ölçüde saptamak amaç edinilmiştir. E 9 Açması'nın batı kesimi otlardan temizlendikten sonra, yüzeyden yaklaşık bir metre derinde orta büyüklükte taşlardan yapılmış bir savunma suru dolgusu ile karşılaşılmıştır. Söz konusu surun batı yönündeki dış sınırını oluşturan taşlar, kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanan düzgün bir sıra halinde tespit edilmiştir . Surun taş dolgusunun üzerindeki toprakta, ip delikli tutamaklı minyatur bir kapak ve çok sayıda kap parçaları ele geçmiştir. E 9 Açması'nın doğu yarısında, yüzey toprağının yaklaşık 0,15 m. altında ilk mimari kalıntılara ulaşılmıştır. Güneybatıdan kuzeydoğuya doğru uzanan en az 7 m. uzunlukta ve 4.40 m. genişlikte olan dikdörtgen bir yapıya ait duvarlar, ikili olarak karşılıklı dizme ve aralarının ufak taşlarla doldurulması suretiyle inşa edilmiştir . En az dört yapı evresiyle temsil edilen bu dikdörtgen yapının içinde, üzeri yer yer kırmızı kil ile kaplanmış tabanlara rastlanmıştır. Aynı yapının hemen hemen ortalarına denk düşen küllü bir alanda doğu yarısı taşlarla çevrilmiş ve içinde yoğun olarak kül artıklarının bulunduğu ocak yeri açığa çıkartılmıştır. Söz konusu yapının içinde, kuzeybatı köşede yüzey toprağının yaklaşık bir metre altında, ilk defa anakayaya ulaşılmıştır. Böylece batı terastaki yapıların anakaya üzerine kurulduğu anlaşılmıştır. Dikdörtgen yapının gerek kısa duvarına ve gerekse uzun duvarlarına ait taşların. bina içine doğru kuvvetlice kaymış olması, bir düşman istilasından çok, adada meydana gelen doğal bir felaketle ilişkili görülmektedir. 1996 yılı kazı çalışmaları sırasında dikdörtgen yapıya ait herhangi bir kapı boşluğuna veya eşik taşına rastlanmamıştır. E9 Açması'nın güneydoğu köşesinde dikdörtgen yapının uzun duvarına paralel görünen dağınık durumda taş kümelerinin arasında tespit edilen birbirinden 1.20 m. uzaklıkta iki söve taşı ve aralarındaki kapı boşluğu, bu alanda ikinci bir yapının varlığını ortaya koymuştur. Yüzeye yakın olan bu ikinci yapıya ait mimari kalıntılar genel olarak bir mimari bütünlüğü oluşturacak düzeyde ele geçirilememiştir. Kuzeydoğu-güneybatı istikametinde uzanan bu taş kümelerinin altında, dikdörtgen yapının uzun duvanna paralel olan 2.20x0.92 m. boyutlarında, büyük bir taş plaka açığa çıkarılmıştır . Aynı alanda derine inildiğinde, açmanın doğu profiline yakın, ahşap direk deliğini çevreleyen ufak taşlar ve fonksiyonu tam olarak anlaşılamayan, yarısı büyük taş plakanın altında kalan at nalı biçiminde, içinde kömür taneciklerinin görüldüğü bir konstruksiyon ortaya çıkarılmıştır . Dikdörtgen yapının doğu yönündeki uzun duvarının en alt sıra taşlarına ulaşabilmek amacıyla, büyük taş plakanın kuzeydoğusunda üçgen bir alanda derinleşilmiştir. Bu alandaki çalışmalar sırasında üst üste on sıra taştan oluştuğu anlaşılan uzun duvarın, güneybatıya doğru alçalarak devam ettiği saptanmıştır. İnşa edildiği dönemde arazinin topografik yapısına uydurulan bu dikdörtgen yapının uzun duvarının altında, yeni bir kültür tabakası belirlenmistir. Çalışılan alanın çok dar olması nedeniyle, bu yeni kültür tabakasına ait olabilecek mimari kalıntılara rastlanılamamıştır.Fazla kalın olmayan bu kültür tabakasının da altında, anakayaya ulaşılmıştır. E9 Açması'nın kuzeydoğu alanında gerçekleştirilen çalışmalarda yüzey toprağının 0.08-0.10 m. altında, yapımında orta büyüklükte taşların kullanıldığı. içinde yanmış hayvan kemikleri ve midye kabuklarının bulunduğu ocak ortaya çıkartılmıştır. Ocağın yer aldığı birinci taban seviyesinin altında ise. bir direk izi ve bunun etrafını çevreleyen taşlar açığa çıkartılmıştır. Ocağın yer aldığı birinci taban seviyesinin altında ise, bir direk izi ve bunun etrafını çevreleyen taşlar açığa çıkarılmıştır Dikdörtgen yapının dışında güneydoğu alanda olduğu gibi, kuzeydoğu alanda da 0.98 x 0.62 m. boyutlannda düz bir plaka taşı ele geçmiştir . Aynı alanda dikdörtgen yapının temel seviyesi altında, açmanın doğu profiline yakın 0 08 m. çapında karbonlaşmış bir direk tespit edilmiştir. E9 Açması'nın kuzeydoğu alanında anakayaya ulaşmak amacıyla yoğunlaştırılan çalışmalar sırasında, bir bölümü açmanın kuzey profili içinde saklı kalan ve anakaya üzerine oturtulan ikinci bir plaka taşı açığa çıkarılmıştır. Söz konusu alanın güneydoğu köşesinde ise, anakaya traşlanarak içine oturtulmuş orta büyüklükte taşların arasında, çok sayıda irili ufaklı sapan taşları bulunmuştur. 2. F 11 Açması 'ndaki Kazı Çalışmaları Akropol olarak adlandırdığımız höyüğün merkez alanına. girişi sağlayan rampa kesiminde 1996 yılında toplam 12 gün çalışılmıstır. F 11 Açması'ndaki çalışmaların amacı, akropolu saran ve kısmen görülebilen güneydeki sur taşlarının açığa çıkartılmasının yanı sıra, sur bedeninden güneybatıya doğru alçalarak devam eden taş döşemeli yolun rampa olup olmadığını araştırmaya yöneliktir. Açmanın kuzeydoğu köşesinde, yüzey toprağının hemen altından başlayan taş döşemeli rampanın yapımında, orta büyüklükte taşlardan çok. ufak taşların kullanıldığı anlaşılmıştır. Yaklaşık 3 m. genişlikte olan rampanın her iki tarafı korkuluk duvarlarına ait taş temel ile sınırlandırılmıştır. Korkuluk duvarlarına ait temellerden batıdaki, doğudakine göre çok daha iyi korunmuştur. Batı korkuluk duvarına ait temelden başlayarak güneybatıya doğru uzanan ve yer yer kiklopik tasların korunduğu temel kalıntısı, olası bir bastiona işaret edebilecek karakterdedir. Rampanın batı korkuluk duvarına ait taşlar, akropolü güney yönden saran sur bede nine yaslanmış durumdadır. Bu özellik rampanın kuzeybatı köşesinde çok daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Akropolün güney-batı kesiminde koşe yapan surun. bir taraftan kuzeye, diğer taraftan da batı terasın güneyine doğru devam ettiği tespit edilmiştir.
Misia
04-02-2008, 10:30
E. Küçük Buluntu Çalışmaları : İlk kazı mevsiminde Yenibademli Höyük buluntularının kayıt işleri planlandığı şekilde yürütülmüştür. E 9 Açması'nın buluntuları arasında sileks yongalarından başka, dilgi ve kazıyıcı türü aletler de yer almıştır. Höyük'te sileks ok uçları sadece iki örnek ile temsil edilmiştir. Yassı ve sap delikli taş baltaların yanı sıra alt ve üst öğütme taşları çoğunluktadır. Öğütme taşlarının çokluğu, höyükte yaşayanların tahıl üretimine büyük önem verdiklerini ortaya koymuştur. Taş endüstrisine paralel olarak, kemik alet endüstrisinin de gelistiği, ele geçen çok sayıda bızlar ve iğnelerden anlaşılmıştır. Yenibademli Höyük'te bulunan çeşitli hayvanlara ait kemikler ve boynuzlar yerleşmecilerin besin ekonomisinde hayvansal proteine ne denli önem verdiklerini ortaya koymustur. E 9 Açması' ndan toplanan küçük ve büyük baş hayvanlara ait kemikler ve boynuzlar, bir yandan Eski Tunç Çağı'nda doğal çevrenin ve bitki örtüsünün zengin olduğunu ortaya koymakla kalmamış, diğer yandan da dönemin faunasına ışık tutmuştur. Taş ve kemik endüstrisinin yanı sıra, Yenibademli Höyük sakinlerinin madencilikle de uğraştıkları ele geçen bronz veya bakır iğnelerden , bronz bir bıçak parçasından ve bir potadan anlaşılmıştır. Şimdilik sayıları beşi geçmeyen figürinler birbirinden farklı ve özgün bir anlayış içinden betimlenmiş olup, höyükteki yerleşimcilerin sanat anlayışlarını ortaya koymaları bakımından önem taşımaktadırlar. Küçük buluntuların yanı sıra, dikdörtgen yapının içinde veya dışında açığa çıkartılan çok sayıda I. Troia Devri çağdaşı kap parçaları , Troia kültürünün sadece Kuzeybatı Anadolu ile sınırlı kalmadığını, bu kültürün Ege Denizi adalarında Samothrake'den sonra Gökçeada'da da varlığını ortaya koymuştur. F11 Açması'nda rampanın döşeme taşları arasında ele geçen kap parçaları, M.Ö. 2 binin 2. yarısına tarihlendirilmiştir. Bezemesiz örneklerden başka, yerel uretim olan boya bezekli Myken kap parçalarına da rastlanılmıştır. Keramik parçaları arasinda birkaç tane ithal Myken boyalı örneklerin bulunması, bu merkezin M.Ö 2. bin Ege deniz ticaretinde bir yeri olduğuna işaret etmektedir. F. Analiz Çalışmaları : Yenibademli Höyük'ün jeolojik yapısı ve bitki örtüsü hakkında ayrıntılı bilgi edinebilmek amacıyla, E 9 Açması'nın çeşitli alanlarından sediman örnekleri ve tohum taneleri alınmıştır. Önümüzdeki yıllarda höyük sakinlerinin besin kaynaklarına ve ekolojisine açıklık getirecek olan kemik ve sediman örnekleri. uzman kişilerin incelemesine sunulacaktır.
4. SONUÇ : Yenibademli Höyük'te gerçekleştirilen ilk kazı çalışmaları henüz bir yıllık olmasına karşın ele geçen zengin buluntu envanteri, bu yerleşimin önemine iºaret etmektedir. İlk gözlemlere göre höyüğün çok az bir bölümü kazılmış olmasına karşın, akropolün bir sur ile çevrelendiği ve yerleşmeye girişin bir rampa ile güneybatıdan sağlandığı anlaşılmıştır. Batı teras üzerinde yeralan ve ayrı bir sur ile çevrelendiği belirlenen yapılardan. 1996 yılında açığa çıkarılan dikdörtgen yapının, içinde ve çevresinde ele geçen küçük buluntulara göre, bir atölye olarak kullanılmış olabileceği düşünülmektedir. Höyükte iki bağımsız alanda yürütülen çalışmalar, bu merkezin M.Ö. 3. binde ve M.Ö. 2. binde yerleşime sahne olduğunu ortaya çıkarmıştır. M.Ö. 3. binde bu yerleşimde yaşayan insanların keramik, taş alet ve silahlar, kemik aletler ve madeni eserler ürettikleri kanıtlanmıştır. Yüzeyde ele geçen bir kil kanca parçası Gökçeada'nın bu dönemde Batı Anadolu ve Ege kültürleriyle olan ilişkilerine ışık tutmaktadır. E 9 Açması'nda bulunan keramik kaplar da adanın kuzeybatı Anadolu Eski Tunç kültürünün bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır. Küçük buluntular arasında önemli bir grubu oluşturan figürinlerin kırık parçalar halinde yapı temellerinde ele geçmesi, bunların adak figürini olarak yapı temellerine bırakılmış olabileceklerini düşündürmektedir. F 11 Açması'nda açığa çıkarılan taş döşemeli rampa ve bu rampanın taşları arasından toplanan yerel boyalı Myken kap parçaları arasında bulunan ithal Myken parçaları, Gökçeada'nın Geç Tunç Çağ Ege deniz ticaretinin bir parçası olduğunu kanıtlamış bulunmaktadır. Yenibademli Höyük kazısı, sadece adanın kuzeydoğusunda bir Prehistorik yerleşmenin varlığını ortaya koymakla kalmamış, aynı zamanda da Kuzey Ege Denizi adalarında karşımıza çıkan Myken etkinliklerinin görüldüğü merkezlere bir yenisinin de katılmasına neden olmuºtur. Kazılar ilerledikçe, Yenibademli Höyük'te Eski Tunç Çağ kültürünün daha iyi bir degerlendirmesinin yapılacağı ve Gökçeada'nın Ege dünyasındaki konumu nedeniyle Anadolu, Ege adaları ve Güneydoğu Avrupa kültürleri arasında ticarette ve kültürel etkileşimde üstlendigi rolün açığa çıkartılacağı kuşkusuzdur
Misia
04-02-2008, 10:31
KORUMAYA YÖNELiK ÇALIŞMALAR : Yenibademli Höyük'te kazı çalışmalarına başlamış olduğumuz 1996 yılından beri korumaya yönelik tedbirlerimiz, 1998 yılında da devam etmiştir. 1998 yılı kazı çalışmalarımızın sona ermesinden sonra, adanın kuzeydoğu sahilinde bulunan iki yerleşim yeri tarafımızdan ziyaret edilmiştir. Henüz arkeoloji literatürine geçmemiş olan bu iki yerleşimden biri, Vaniyeri'nin (Troia I çağdaşı yerleşim yeri) yaklaşık 400,00 m. kuzeyinde kurumuş dere yatağının güneyinde sahil kenarında yer almaktadır. Anakaya üzerinde kurulduğu anlaşılan bu yerleşmenin, yüzey buluntuları arasında gözlenen tünel kulplu çanak parçalarının biçimi, Troia I dönemi orneklerinin benzeridir. İkinci yerleşim yeri, Aktaş Tepe'nin güney etekleri ve Urfal Dere arasında sahilden biraz içeride yer almaktadir. Bu yerleşimin yüzey buluntuları, daha çok taş endüstrisine ışık tutacak niteliktedir. Taş çekiçler ve yassı baltalar kayda değer buluntular arasındadır. Gerek Vaniyeri, gerekse bu iki yerleşim üzerinde gözlenen kültür dolgularının azlığı, iskan süresinin kısa olduğuna işaret etmektedir. Savunmaya yönelik mimari kalıntıların olmaması, bu yerleşmelerin mevsimlik kullanılmış olma olasılığını arttırmaktadır.En azından Troia I dönemi ve öncesinde kullanılan bu yerleşmeler, belki de balıkçılar tarafından iskan edilmiş veya Ege Denizi'nden Karadeniz'e açılacak teknelerin kuzeydoğu rüzgarlarına karşı barınak yeri olmuştur.
SONUÇ: Yukarıda özet olarak sunduğumuz Yenibademli Höyük 1998 yılı çalışmaları önemli sonuçlar vermiştir. Höyüğün doğusunda 5,00 m.'yi aşan kültür dolgusunun en az 2,00m.'lik bölümünün, Eski Tunç Çağı II dönemine ait oldugu belirlenmistir. Bu dönemde yapılaşmanın yoğun olduğu, mevcut yapıların kalıntılarından anlamak mümkün olmuştur. Taş temel ve kerpiç duvarlı yapıların tavanları ahşap direklerle desteklenmiştir. Her nekadar bu direklere ait veriler ele geçmemiş olsa da, bunların etraflarını saran taş kümelerinin sıra halinde varlığı bu görüşü destekler niteliktedir. En az iki yangın geçiren bu yapılar, kısa bir süre sonra yeniden kullanılmışlardır. Keramik geleneğinde, batı terasta olduğu gibi höyüğün doğu alanında da, Troia I dönemi özelliklerinin ağır bastığı anlaşılmıştır. Bu durumda Yenibademli Höyük, Marmara ve Ege Denizi kıyılarında yayılan "Denizsel Troia Kültürü"nün bir parçası olarak ele alınmalıdır. Höyüğün 35,00-40.00 m. kadar kuzeyine sokulan deniz, doğu yönde içeriye ilerliyememiştir. Yerleşimin batısında bir miktar içeriye sokulan denizin kıyı çizgisi henüz tam olarak belirlenememiştir. Önümüzdeki yıllarda höyüğün batı ve güneyinde yapılacak aluvyon sondajları, Yenibademli Höyüğün bir yarımada konumunda olup olmadığına açıklık getirecektir.
[Linkleri görebilmek için üye olmaniz gerekmektedir]
vBulletin v3.7.6, Copyright ©2000-2011, Jelsoft Enterprises Ltd.
13 Ocak 2011 Perşembe
İzmir Arkeoloji Müzesi'ndeki Klazomenai Lahitleri
Klazomenai lahitleri
Klazomenai üretimi terrakotta lahitler anıtsal yapıları ve zengin bezemeleriyle 19. yüzyıldan beri dikkatleri çekmiştir. Dikdörtgen formlu, sıklıkla köşe içlerinde çıkıntısı olmayan, uzun ve kısa kenar pervazları yaklaşık eşit genişlikte, dalgalı çizgiler, meander motifi ya da İon kymationu ile basitçe bezenmiş lahitlere, Oikonomos’un kazılarından dolayı Monastirakia sınıfı adı verilmiştir. Dikdörtgen ya da daha sık olarak trapez formlu, köşe içlerinde çıkıntılarla desteklenmiş, ayak ve başucu pervazları yan kenar pervazlarına göre daha geniş tutulmuş ve zengin bir şekilde bezenmiş olan grup ise “kanonik” Klazomenai lahitleri olarak adlandırılmaktadır. Lahit pervazları önce açık renkli bir astarla boyanmıştır. Uzun kenarlar örgü motifi ile bezenmiş, örgü motifinin iki ucuna ise metoplar içine bezemeler yapılmıştır. Baş ucu pervazı sıklıkla siyah figür tekniğinde monomakhia, savaş ve mitolojik sahnelere ayrılmıştır. Klazomenai siyah figürünü andıran, ancak kullanılan malzeme gereği ayrıntıların kazıma çizgiler yerine, beyaz boyayla belirtildiği bu sahnelerde ek kırmızı renk de kullanılmıştır. Ayak ucu pervazında ise sıklıkla yaban keçisi stilindeki seramikten tanınan rezerve teknikte hayvan figürleri çizilmiştir. Bazı örneklerde lahitin tümünün rezerve ya da siyah figür tekniğiyle bezendiği görülmektedir. Ender olarak kırmızı figür tekniği de denenmiştir.
Klazomenai kazıları lahitlerle ilgili görüşlerin tekrar ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Yıldıztepe Nekropolis'indeki tabakalanma, Monastirakia sınıfı lahitlerin kanonik lahitlerin öncüsü olmadığını göstermektedir [resim 11-38]. Dolayısıyla Monastirakia sınıfına göre yapılan ve figürlü “kanonik” lahitlerin bunlardan daha sonraya tarihlendirilmesiyle ortaya çıkan kurgu üzerine tekrar düşünülmelidir. Hem Yıldıztepe, hem de Akropolis güney yamacında yapılan kazılar yaban keçisi stilinde ve figürlü lahitlerin ressamlarının elinden çıkmış seramik örneklerini açığa çıkarmıştır. Bu da yaban keçisi stilinde bezenmiş figürlü lahitlerin, bu stilin seramik üzerinde moda olduğu dönemde yapılmaya başlandığının bir kanıtıdır.
Akpınar Nekropolis'i ise Klazomenai’de terrakotta lahit üretimi geleneğinin M.ö. 630 yılı dolayları gibi erken bir tarihte başladığını [resim 11-06], bir form birliği olmasa da M.ö. 7. yüzyıl sonu – 6. yüzyıl başlarında yoğun olarak kullanıldığını göstermektedir. Aynı nekropolis, lahitlerin rezerve teknikte çizilmiş figürlerle bezenmesi geleneğinin de M.ö. 7. yüzyıl sonlarından itibaren uygulanmaya başladığını ortaya çıkarmaktadır [resim 11-12; 11-13]. Önceleri lahitlerin yan yüzlerinde yer alan bu bezemeler belli bir dönemden itibaren kenar pervazlarının kalınlaştırılmasıyla pervazların yüzeylerine taşınmış olmalıdır. Gene Akpınar Nekropolis'i buluntuları içindeki M.ö. 580-570’e tarihlenebilen lahit örneklerinde, pervazlardaki genişleme eğilimi ve bu kısımlara basit motifler, dalgalı çizgilerle bezemelerin yapılmaya başlandığı görülmektedir. Yıldıztepe Nekropolis'inin ilk gömü aşamasının M.ö 546 Pers istilası ile sona erdiği göz önüne alınırsa, bu gömü aşamasında ele geçen figürlü lahitlerin de M.ö. 580/570 – 546 arasında bir tarihte üretildiği, lahitlerin üretildiği dönemde yaban keçisi stilinde bezenmiş seramiklerin de hala üretilmekte olduğu anlaşılmaktadır.
Yıldıztepe Nekropolis'indeki lahitli gömülerin buluntuları, figürlü lahitlerin M.ö. 5. yüzyıl son dörtlüğüne kadar üretildiklerini göstermektedir.
Klazomenaiaka.com sitesinden alınmıştır. Klazomenai kazı kurulu Başkanı Sayın Prof.Dr. GÜVEN BAKIR'ı saygıyla anmalı.
Klazomenai üretimi terrakotta lahitler anıtsal yapıları ve zengin bezemeleriyle 19. yüzyıldan beri dikkatleri çekmiştir. Dikdörtgen formlu, sıklıkla köşe içlerinde çıkıntısı olmayan, uzun ve kısa kenar pervazları yaklaşık eşit genişlikte, dalgalı çizgiler, meander motifi ya da İon kymationu ile basitçe bezenmiş lahitlere, Oikonomos’un kazılarından dolayı Monastirakia sınıfı adı verilmiştir. Dikdörtgen ya da daha sık olarak trapez formlu, köşe içlerinde çıkıntılarla desteklenmiş, ayak ve başucu pervazları yan kenar pervazlarına göre daha geniş tutulmuş ve zengin bir şekilde bezenmiş olan grup ise “kanonik” Klazomenai lahitleri olarak adlandırılmaktadır. Lahit pervazları önce açık renkli bir astarla boyanmıştır. Uzun kenarlar örgü motifi ile bezenmiş, örgü motifinin iki ucuna ise metoplar içine bezemeler yapılmıştır. Baş ucu pervazı sıklıkla siyah figür tekniğinde monomakhia, savaş ve mitolojik sahnelere ayrılmıştır. Klazomenai siyah figürünü andıran, ancak kullanılan malzeme gereği ayrıntıların kazıma çizgiler yerine, beyaz boyayla belirtildiği bu sahnelerde ek kırmızı renk de kullanılmıştır. Ayak ucu pervazında ise sıklıkla yaban keçisi stilindeki seramikten tanınan rezerve teknikte hayvan figürleri çizilmiştir. Bazı örneklerde lahitin tümünün rezerve ya da siyah figür tekniğiyle bezendiği görülmektedir. Ender olarak kırmızı figür tekniği de denenmiştir.
Klazomenai kazıları lahitlerle ilgili görüşlerin tekrar ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Yıldıztepe Nekropolis'indeki tabakalanma, Monastirakia sınıfı lahitlerin kanonik lahitlerin öncüsü olmadığını göstermektedir [resim 11-38]. Dolayısıyla Monastirakia sınıfına göre yapılan ve figürlü “kanonik” lahitlerin bunlardan daha sonraya tarihlendirilmesiyle ortaya çıkan kurgu üzerine tekrar düşünülmelidir. Hem Yıldıztepe, hem de Akropolis güney yamacında yapılan kazılar yaban keçisi stilinde ve figürlü lahitlerin ressamlarının elinden çıkmış seramik örneklerini açığa çıkarmıştır. Bu da yaban keçisi stilinde bezenmiş figürlü lahitlerin, bu stilin seramik üzerinde moda olduğu dönemde yapılmaya başlandığının bir kanıtıdır.
Akpınar Nekropolis'i ise Klazomenai’de terrakotta lahit üretimi geleneğinin M.ö. 630 yılı dolayları gibi erken bir tarihte başladığını [resim 11-06], bir form birliği olmasa da M.ö. 7. yüzyıl sonu – 6. yüzyıl başlarında yoğun olarak kullanıldığını göstermektedir. Aynı nekropolis, lahitlerin rezerve teknikte çizilmiş figürlerle bezenmesi geleneğinin de M.ö. 7. yüzyıl sonlarından itibaren uygulanmaya başladığını ortaya çıkarmaktadır [resim 11-12; 11-13]. Önceleri lahitlerin yan yüzlerinde yer alan bu bezemeler belli bir dönemden itibaren kenar pervazlarının kalınlaştırılmasıyla pervazların yüzeylerine taşınmış olmalıdır. Gene Akpınar Nekropolis'i buluntuları içindeki M.ö. 580-570’e tarihlenebilen lahit örneklerinde, pervazlardaki genişleme eğilimi ve bu kısımlara basit motifler, dalgalı çizgilerle bezemelerin yapılmaya başlandığı görülmektedir. Yıldıztepe Nekropolis'inin ilk gömü aşamasının M.ö 546 Pers istilası ile sona erdiği göz önüne alınırsa, bu gömü aşamasında ele geçen figürlü lahitlerin de M.ö. 580/570 – 546 arasında bir tarihte üretildiği, lahitlerin üretildiği dönemde yaban keçisi stilinde bezenmiş seramiklerin de hala üretilmekte olduğu anlaşılmaktadır.
Yıldıztepe Nekropolis'indeki lahitli gömülerin buluntuları, figürlü lahitlerin M.ö. 5. yüzyıl son dörtlüğüne kadar üretildiklerini göstermektedir.
Klazomenaiaka.com sitesinden alınmıştır. Klazomenai kazı kurulu Başkanı Sayın Prof.Dr. GÜVEN BAKIR'ı saygıyla anmalı.