10 Şubat 2010 Çarşamba
Pendik'te Eskiçağ Kalıntı ve buluntu yerleri
Pendik'in bilinen en eski adı Pantikapion, Pantikapeun (Pantikapa)'dir. Bizans döneminde Pantikion - Pentikion - Pantecion (Pantiki) adıyla anılmıştır. Roma Döneminde Pendik ve yakın çevresi için Panticio - Pantecio - Panteiia isimlerini kullanmıştır. Latin Egemenliği altında kaldığı dönemlerde Peninda - kot denilmiştir. Osmanlılar zamanında yerleşenler tarafından ise Pendik'e Penchdeh ismi verilmiştir.
İlk fotoğraflar Temenye ve çevresindeki höyüğe ait. Tabi doku çok zedelenmiş olsa da... Pendik'in 1 km doğusunda tarih öncesi dönemden günümüze bir yaşam yeri olmuş. Bizans kaynaklarında Pendik'e komşu bu küçük yerin 'KASİLAOS" adını taşıdığı söyleniyor..Burada 1910 yılına kadar Saint Jean Baptist (Hazreti Yahya Kilisesi) Kilisesi'nin ve arkasında nekropol alanlarının varlığından söz ediliyor.
İmparatoru Valens, Hz. Yahya’nın kesik kafası ve kollarının Suriye’de olduğunu öğrenmiş ve bu kutsal emanetlerin İstanbul’a getirilmesini emretmiştir. Emir yerine getirilmek üzere yola çıkılmış, Temenye’ye gelindiğinde kutsal emanetleri taşıyan katırlar ilerlemek istememiştir. Bu durum üzerine çok şaşıran Valens ve kurmayları kasabada Hz. Yahya adına bir kilise ve ayazma yaptırdıktan sonra yollarına devam etmiştir. Hz. Yahya’nın başı ve kol kemikleri bugün Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Bölümü’ndedir.
1924 yılına kadar her yıl 29 Ağustos’ta Temenye Ayazması, Hz. Yahya anısına yapılan ayinlere sahne olmuştur.
İkinci grup fotoğraflar; Pendik'in bir km. doğusunda, Temenye burnu ve Temenye Koyunun güney ucunu oluşturduğu, yayvan, oval bir tümsek. Burası PENDİK HÖYÜĞÜ.. Fotoğraflarda gördüğünüz bina Sosyal Sigortalar Hastanesi'nin bahçesi, yani burası Pendik Höyüğü'nün yeridir.Doğu sınırını bugün kurumuş bulunan ve ancak yağmur sularını Temenye Koyuna taşıyan ve onun yer yer kestiği tarihsel yol, höyüğün güneyinden geçmekte. Pendik Höyüğü ile ilgili geniş bir araştırma ve kazıyı Değerli Arkeolog Hocamız Dr. Alpay Pasinli'nin yaptığını biliyoruz.
Pendik Höyüğü; Pendik’in 1 km doğusunda yer alan, tarih öncesi döneme ait bir yerleşmedir. Höyüğün güney ucunda; Temenye Burnu ve Koyu, kuzey ucunda Sosyal Sigortalar Hastanesi bahçesi, doğu sınırında ise bugün kurumuş olan bir dere bulunuyor.
Bölgedeki ilk bilimsel kazı çalışması 1961 yılında Şevket Aziz Kansu başkanlığında yapıldı. Höyükten; geometrik desenli kadeh, küp, testi, iğne, olta, kemikten yapılmış eşyalar, kaşık, ıspatula ve cilalı balta gibi pek çok eser çıkarıldı. 1981’de Savaş Harmankaya, 1992’de ise Alpay Pasinli başkanlığında yürütülen çeşitli arkeolojik kazı ve araştırmalara sahne olan höyükte; kulübelere, deniz kabuklarına, çok sayıda mezar ve çöp çukurlarına ve son kazılarda da birbirinin aynı olan yapı izlerine rastlandı. Bunlar, toprağın içine açılmış 1-1.5 m çapındaki oval veya yuvarlak kulübelerdi. Ele geçen buluntular içinde en küçük grup pişmiş topraktan yapılmış eserlerdir. Bunlar; Anadolu ve Balkan özelliklerini taşıyan bir kadın heykelciği, az sayıda hayvan heykelciği parçaları, saplı damgalı mühür atma taşları ve balıkçılıkta kullanıldığı anlaşılan taş ağırlıklardır.Tüm bu bulgular ışığında, K. Bittel isimli araştırmacının düşüncesinin aksine, bölgede geçici-mevsimlik değil kalıcı-devamlı bir yerleşme olduğu, burada yaşayanların da balıkçı-avcı oldukları tespit edildi. Höyüğün denizde sonlandığı yerdeki küçük koyun ise balıkçıların dalgalardan koruma amacıyla kayıklarını çektikleri koy olduğu sanılıyor.Pendik Höyüğü Fikirtepe, Erenköy, Tuzla, İznik Ovası hatta Göztepe yerleşme yerleriyle birlikte Kuzey Batı Anadolu’nun en eski (çanak-çömlekli) Neolitik Çağ yerleşim yeriydi. Pendik Höyüğü, Anıtlar Yüksek Kurulunca II. ve III. derece arkeolojik sit alanı ilan edildi.
Üçüncü bölüm fotoğraflarımızda, özellikle Gelincik Sokak' ve çevresinde bulunan kalıntı ve buluntu yerlerine gelince; Pendik'in doğu mahallesinde, Aydınlı yolu ile sahildeki tarihi yol arasında, Geçit Sokak ve demiryolunun üzerinde bu sokağın devamı görünümündeki Gelincik Sokağın sağında ve solunda olmak üzere genişçe bir alanda bolca mezara rastlanmakta olduğunu öğreniyoruz. 2006 yılında Ben bu alanı gezmek ve fotoğraf çekmek istediğimde oldukça otlarla, çalılarla kaplı bir alanda buldum kendimi, çevre betonlarla kaplı. Görünen o ki burasını da kaçak kazıcıar delik deşik etmişler. Sadullah Tezcan Pendik isimli genişçe bir araştırmayla dolu kitabında bu meyilli arazide 0,5-1,5 m. derinliklerde ortaya çıkan mezarların Bizans dönemine ait olduğu anlaşılmakta diyor. Yani burası bir NEKROPOL Alanı...
Gelincik Sokak ile Hisar sokağın kesiştiği noktada da bu mezarlardan bir kitabe çıkmış.
Kubbeli Sarnıç
Eski adı “Çopani” olan Kubbeli Sarnıç, Kurfalı eteklerinde ve Çınardere yakınında yer alıyordu. 4.80x4.70 metre ebatlarında olup kubbesi 6 adet kolon üzerinde durmaktaydı.
Silindirik Sarnıç
Hisar Sokak ’ta pek çok seyyahın ve araştırmacının dikkatini çeken, tuğladan yapılmış silindirik bir su sarnıcının kalıntıları bulmaktadır. Richard Pococke adlı araştırmacıya göre, toprak içinde yer alan bu sarnıç bahçe sulama işlerinde kullanılmıştır.
Sarnıcın silindirik olması sebebiyle yanılgılara sebep olduğu ve uzunca bir dönem ‘büyük bir hisar burcu’ olduğu sanılmıştır. Günümüzde sarnıç kalıntılarının yer aldığı sokağa “Hisar Sokak” adının verilmiş olması da bu yanılgının bir sonucudur.
Bizans Devrine Ait Manastır
1974 yılında, Pendik-Çınardere bölgesinde Ahmed Cengiz isimli vatandaşa ait arazi dozerle düzeltilirken çeşitli duvar kalıntılarına rastlanmış, bunun üzerine 1974-1975 yıllarında İstanbul Üniversitesi’nde görevli Cihat Soyman başkanlığında kazı çalışmaları yapılmıştır.
Araştırma sonucu, kalıntıların Bizans döneminde var olan bir manastıra ait olduğu tespit edilmiştir. Kazıda Büyük Kilise, Şapel, Mezarodası, iki oda ve Atrium (avlu,giriş) ortaya çıkarılmıştır.
Manastırın yapım tarihine ulaşabilmek için dini yapıların tiplerinden ve çevrenin tarihinden faydalanılmıştır. Büyük Kilise’nin “kapalı Yunan haçı” tipinde inşa edilmiş olması araştırmacıları manastırın 842-1204 yılları arasında Orta Bizans döneminde inşa edilmiş olduğu sonucuna götürmüştür. Buradaki dini yapıların duvar işçiliklerinin aynı olması, dini yapıların aynı dönemde sosyal yapıların ise daha sonraki devirlerde yapılmış olabileceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
1203-1204 yıllarında, IV. Haçlı Seferi ordularının Bizans İmparatorluğu’nu işgali sırasında bu manastırın oldukça zarar görüp terk edildiği ve imparatorluk 1261’de tekrar canlanınca manastırın yeniden önem kazandığı ve ek binalarla genişletildiği, savaşlar sonrasında terk edilerek zamanla toprak altında kaldığı, 1329 Palekanon Savaşı’nda Osmanlı himayesine girmesiyle manastırın üzerinde bulunduğu toprakların da önemini yitirerek terk edildiği düşünülmektedir.
Pavli Burnu
Pendik / Büyükdere sola alınmak suretiyle ilerlendiğinde, denize uzanan bir yarımadayla karşılaşılır. Bugün “Pavli Burnu” olarak bilinen ve eski adı “Paulo Petriocene” olan yarımada da Pier ve Paul isimli havariler için yapılmış bir manastır ve bir de kilise vardı. Günümüzde bu eserlerin yalnızca duvar kalıntılarını görmek mümkündür.
Pendik Tersanesi’ni güneyden gelen dalgalardan koruma amacıyla bir mendirek yapılmış ve yapımında da Pavli Burnu’ndan çıkarılan taşlar kullanılmıştı. Burun daha sonra “Aydınlı Burnu” ismini aldı.
Phokaia/Foça Pers Mezar Anıtı(Taş Kule)
KRAL YOLU VE PERS MEZAR ANITI (TAŞ KULE)
Pers Mezar Anıtı Anadolu ve Ege Arkeolojisinin en ilginç ve önemli yapıtlarından.
Persler'in Anadolu'daki 200 yılı aşkın süren egemenliklerinin en sağlam kalmış örneği.
Perslerin Anadolu'nun bazı antik bölge ve kentlerinde de bazı kalıntıları az da olsa günümüze gelebilmiş örnekleri arasında Pers satraplarının etkinliğinde kalan Daskyleion (Manyas,Ergili) kenti ve Kelainai (Afyon,Dinar),Tatarlı Tümülüsü yer alır.
Foça'nın 7 km. doğusundaki bir düzlükte,TAŞ KULE olarak anılan mezar anıtı İÖ 5. yüzyıla ait. Bağımsız bir kaya kütlesinin şekillendirilmesiyle oluşturulan bu anıtın karakteristik özellikleri, onun bir Pers için yapılmış olduğuna işaret etmekte. Anıt Pers Kralı Kyros'un Pasargadai'deki (İran) mezar anıtı ile benzerlikler göstermekte.
Kaynak:Oğuz Tekin Satraplar Anadolusu -Arkeo Atlas Sayı:6- 2007
Pers Mezar anıtındaki son çalışmaları Phokaia Kazı kurulu başkanı Prof.Dr.Ömer Özyiğit ve ekibi sürdürerek tamamlamıştır.
------------------------------------------------------
Pers Kralı Kyros İ.Ö.547 yılının sonlarına doğru Sardeisi alarak Lydia Krallığına son verir; çok kısa bir sürede de tüm Anadoluyu ele geçirir. O zamanın dünyasının tüm ticaretine egemen olmak istiyorlardı Persler. Bunun için Akdeniz limanları ve Anadolu kervan yolları üzerinde denetimi sağlamaları gerekiyordu. Önceden var olan bir yolu Pers Kralı I.Dareios (İ.Ö.522-486) geliştirir. Herodotosun Kral Yolu diye adlandırdığı bu yol, Sardeis ile Güneybatı İrandaki Susaya değin uzanıyordu (Herodotos, V 52-54). Daha sonra bu yola Ephesosu da ekler Herodotos (Herodotos, V 54). Bir yol da Sardeis ile Phokaia arasında bulunuyordu (Herodotos, II 106). Kral Yolunun devamı ve uzantısı olmalıydı bu yol. Kral Yolu araba trafiğine uygundu. Genellikle bir tür stabilizeydi, şose biçiminde bir yoldu. Phokaiayı Sardeise bağlayan yol, büyük olasılıkla Foçaya 7 km. uzaklıkta yer alan Pers Mezar Anıtının ve buradaki eski yolun bulunduğu yerden veya yakınından geçiyor olmalıydı. Şimdilerde bile Susa Yolu diye anılır halk arasında bu Anıtın yanından geçen eski yol. Son yıllarda bu anıt mezar ve çevresinde yapmış olduğumuz çalışmalarda ilginç ve önemli sonuçlara varıldı: Olasılıkla Sardeis savaşı sırasında ölen Susa Kralı Abradatas için Pers Kralı Kyros tarafından yaptırılmıştı bu anıt mezar. Kral Yolunun, yani Susa Yolunun Susa Kralının anıt mezarının yanından geçmiş olması akla yakındır. Diğer bir değişle Susa Kralının anıt mezarının yanından geçen yol, bu nedenle belki de Susa Yolu olarak anılıyordu.
Foçada 2001 yılı kazı mevsiminin en büyük bölümünü Pers Mezar Anıtındaki kazı, restorasyon ve çevre düzenleme çalışmaları oluşturur. Taş Kule ya da Taş Ev olarak adlandırılan bu mezar anıtı, Perslerin Phokaiayı almaları sırasındaki tarihsel olayların önemli bir tanığıdır. Eski İzmir yolunun ve Geç Osmanlı dönemine ait bir köprünün yanında yer alır.
Tüften büyük bir kaya kütlesinin oyulmasıyla oluşturulmuştu bu anıt mezar. Ioniada Perslere ait tek eserdir. Perslerin Sardesi almasından (İ.Ö.547) hemen sonra, General Harpagosun komutasındaki Pers ordusunun Phokaiayı ele geçirme sürecinde veya almalarından az önce, İ.Ö.546 yılının ilk yarısı içerisinde yapılmış olmalıdır. Daha önceleri birçok bilim adamı çalıştı bu mezar anıtı üzerinde. Onlar daha geç zamanlara tarihlediler anıtı; ancak tarafımızdan yapılan son çalışmalar, Anıtın çok daha eski bir tarihten olduğunu ortaya koydu.
Anıt Anadolu ve İran geleneğinde Batı Anadolulu ve İranlı ustalar tarafından oluşturuldu. Mezar Anıtında sahte kapının üzerindeki süslemeler, Ionia ve Lydia sanatında da görülür. Bu kapı üzerindeki ayrıntılar İranda Pasargadaedaki Kyrosun mezarında ve Süleyman Zindanı diye anılan ateş tapınağı ile Nakş-i Rüstemdeki ateş tapınağında da karşımıza çıkar; ancak Phokaiadaki mezardan daha geçtir İrandaki örnekler. Phokaiadaki mezar anıtının sahte kapısı üzerindeki yaprak dizisi profili, Kyrosun mezarındakine büyük benzerlik gösterir; fakat ondan daha az gelişmiş bir profil olduğu açıktır; bu nedenle Pers Mezar Anıtındaki yaprak profili, Kyrosun mezarındakinden 10-20 yıl daha eski bir tarihi gösterir. Kyrosun mezarı İ.Ö.530 yıllarında yapıldığı kabul edilir. Buna göre Phokaia Anıtı, İ.Ö.530dan önce olmalıdır. Anıtın İ.Ö.546 yılında oluşturulmuş olması, son derece olağandır tarihsel olayları göz önünde bulundurduğumuzda. Phokaia örneği İrandaki örneklerinin prototipidir. Kyros Sardeiste bulunduğu sırada Phokaiadaki mezarı yaptırmış, daha sonra da Pasargadaeda kendi mezarını inşa ettirmiş olmalıdır.
Mezarın gerçek kapısı batıdadır. Bu kapı giriş odası ve mezar odasına açılır. Mezar odasının sonunda
döşemeye oyulmuş büyük bir mezar yer alır. Bu odaların duvarlarında herhangi bir süsleme bulunmaz.
Anıtın arkasında podiuma bitişik düzenlenen tören alanı üzerinde tahrip edilmiş bir sunağa ait izler vardır. Ayrıca İ.Ö. 6. yüzyıl stilini gösteren bir volüt parçası ele geçti sunağın yanında yapılan kazılarda. Anıtın sunak alanına bakan cephesinde, ana gövdenin üstünde ve kenarında bir stelin oturduğu yere ait izler de görülür. Mezarda yatan kişilerin isimleri yazılı olmalıydı bu stelin üzerinde.
Ksenephon (İ.Ö.430-355)dan öğrendiğimize göre, Pers Kralı Kyros, Sardeis savaşından hemen sonra Lydialılara karşı birlikte savaştığı Susa Kralı Abradatas ve onun, savaşta ölümü üzerine intihar eden güzel karısı Panthea için büyük bir anıt mezar yaptırdı. Yine Ksenephona göre, bu anıt mezarda adakların yapıldığı bir sunak bulunmakta ve bu sunakta sığır, at ve koyun sürüleri adanmaktaydı. Ksenephon, anıtın kendi zamanında ayakta olduğunu, ayrıca mezar sahibi karı kocanın isimlerinin yer aldığı bir taşın, anıtın üst bölümünde bulunduğunu da söyler.
Herodotos, Perslerin Ioniada ilk vurdukları yerin Phokaia olduğunu yazar. Kyros belki de bu anıt mezarı, Sardeisin düşmesinden hemen sonra, Phokaianın alınması sürecinde, Perslerin gücünü göstermek için propaganda amaçlı olarak politik nedenlerle Phokaia yakınlarında yaptırmış olmalıdır. Ksenephonun sözünü ettiği, Susa Kralı Abradatas ve karısı Panthea için yaptırdığı mezar anıtının tarihi, Phokaia Pers Mezar Anıtının tarihi ile örtüşmektedir; bu nedenle Ksenephonda geçen Kyrosun yaptırmış olduğu mezar, büyük olasılıkla bu mezardır.
Yollar
Anadolu, iki kıta arasında bir köprü görevi gördüğü için eski çağlarda yolların sayısı oldukça yoğundu. Topografik yapıya uygun olarak oluşturuluyordu karayolları. Bu yollar aynı zamanda ticaret yollarıydı. Bu yolların yardımıyla her türlü kontrolu ellerinde tutuyordu Anadoluya egemen uluslar. Yukarıda sözünü ettiğimiz Perslerin yaptığı ünlü Kral Yolundan başka yollar da vardı.
Anadoluyu doğu-batı yönünde aşan yollardan biri, Ephesostan başlıyordu. Maiandros (Büyük Menderes) vadisi boyunca uzanarak Ikonion (Konya)a ulaşıyor, buradan da ikiye ayrılarak doğuya ve güneydoğuya doğru ilerliyordu. Doğu-batı doğrultusunda uzanan ikinci bir yol ise, Ege kıyılarından başlayarak Hermos (Gediz) vadisi boyunca ilerleyordu. Daha sonra Sardeis üzerinden İç Batı Anadoluya geçerek Gordion (Yassıhöyük)dan Ankyra (Ankara)ya varıyordu. Buradan da çeşitli yönlere dağılıyordu.
Romalıların Anadoluda egemenlikleri 500 yüzyıl kadar sürer. Egemenliklerinin bu denli uzun sürmesi, güçlü bir karayolu ağına sahip olmalarındandır. İ.Ö.133 yılında Kral III.Attalosun Pergamon Krallığını vasiyet yoluyla Romalılara bırakması üzerine Roma egemenliği başlar Anadoluda. Böylelikle Anadolu Romanın Asya Eyaleti olur. Ephesos da başkent yapılır. Romalılar yol yapmaya başlarlar ilk iş olarak. Prokonsül Manius Aquillius İ.Ö.129-126 yıllarında Romalıların Anadoluda ilk yol sistemini yaptırır. Bu yol, Asya Eyaleti Başkenti Ephesostan başlayarak kuzeye ve doğuya doğru ilerliyordu.
Kuzey-güney yönündeki ilk yol, Troia, Adramytteiondan gelerek Smyrna ve Ephesos üzerinden Güneybatı Anadoluya inen yoldu. Diğer yol ise, Propontis (Marmara Denizi) kıyısındaki Kyzikostan başlayarak Pergamona ulaşıyordu. Daha sonra da Thyateira (Akhisar)dan Sardeise varıyordu. Bu yol özellikle Hellenistik dönem de oldukça öneme sahipti. estorasyon ve çevre düzenlenmesi
Pers Mezar Anıtının tüm yüzeyleri koyu yeşil ve gri renkte, canlı ve ölü (kalkerleşmiş) likenlerle kaplıydı. Taşa yapışıp, dokusunu bozarak çürüme ve kopmalara neden olan mikroorganizmalardan oluşan likenlerin ve kalkerlerin giderilmesi gerekiyordu. Tüm yüzeylerde zaman içinde çatlaklar oluşmuştu. Bu çatlaklardan giren su donarak genleşmiş, patlama ve kopmalara neden olmuştu. Bu çatlakların kapatılıp, yumuşak bir dokusu olan tüf taşının sağlamlaştırılması gerekiyordu. Doğanın zaman içinde yaptığı bu bozulmanın yanı sıra, insan eliyle yapılan tahribat daha kötü sonuçlar doğurmuştu. Yapının yüzeylerine kazıma yoluyla ve yağlı boyayla isimler yazılmıştı. Ayrıca kırmızı ve siyah yağlı boya ile koyu renkli zemin hazırlanmış, üzerine ilanlar kazınmıştı. Koyu renkli zeminde ilanların daha çok dikkat çekeceği düşünülmüş olmalıydı. Define avcıları monoblok kütlenin içinde altın aramak (!) amacıyla, demir çubuk ve matkaplarla anıt mezarın pek çok yerini kırmışlardı. Bundan başka iç mekanlar olan mezar odaları ağıl olarak kullanılmıştı. Çobanlar ısınma amacıyla ateş yakmışlar ve mezar odalarının isle kararmasına neden olmuşlardı. Bu siyah is lekeleri üzerine de kazınarak isimler yazılmıştı.
Restorasyona tüm yüzeylerdeki likenlerin, boyaların ve mezar odalarındaki is lekelerinin mekanik yöntemlerle temizlenmesi ile başlandı. Çatlak ve boşluklar tüf taşı tozu ve bağlayıcı malzemeyle oluşturulan taş hamuruyla dolduruldu. Tamamlanan bölümlerde uzaktan bakıldığında gözü rahatsız etmeyecek, yakından bakıldığında ise algılanabilecek biçimde renklendirme işlemi yapıldı. Son olarak tüm yüzeyler ve iç mekanlar taşın hava almasına olanak sağlayan, ancak su geçirmesine izin vermeyen sertleştirici bir malzeme ile sağlamlaştırıldı.
Arkeolojik kazısı tamamlanan mezar anıtında mekanik temizleme işlemleriyle birlikte rölöve çalışmaları başladı ve yapısal analizler tamamlanarak yeni bilimsel sonuçlara ulaşıldı. Bu yeni sonuçlar ışığında yapının tepe bitiş noktasının restitüsyonu yapıldı ve bu bölüm ilk defa uygulanan bir yöntemle dışarıda tamamlanarak yerine oturtuldu.
Anıt çevre düzenlemesi, bir arkeolojik park oluşumunu amaçladı. Anıtı ve yakın çevresindeki tarihi dokuları içine alan toplam 2500 metrekarelik bir alanda düzenlemeler yapıldı ve bu düzenleme ile yapının dışında ve içinde anıta kontrollü yaklaşım sağlandı.
Bu düzenlemede organik taş duvarlar, anıta ulaşan ana arter yol ile kılcal yaya yolları, oturma grupları, kültürel aktivitelerde sahne görevi de görebilen pergole, açıklayıcı panolar alanı ve pano elemanları, 200m. uzunluğunda dış çevre fens teli ve 10 araçlık otopark alanı yer aldı. Çevre düzenlemesi işleri için yörenin taş ocaklarından 100 kamyonun üzerinde taş çıkarıldı. Bu taşlar üretim yerlerinde ve atölyelerde makinelerle ve el işçiliği ile kesilerek işlendi.
Düzenlemenin dışında kalan alanlardan anıt üzerine yönlenen sel sularını önleyici dış ve iç drenajlar yapıldı.
Düzenleme alanı tamamen yeşillendirildi. Bunun için beş hatlı, otomatik kontrollü sulama sistemi oluşturuldu. Alana 400 metre uzaklıktan su getirildi. Ayrıca 20 ton kapasiteli iki su deposu yapıldı.
Anıt yakınına elektrik enerjisi getirilebilirse, hazır olan aydınlatma projesi uygulama şansına sahip olacaktır.
Phokaia ile ilgili Kaynaklar:
Foça-Phokaia:Suzan ÖZYİĞİT Arkadaş Matbaacılık-1998
Aiolis:Prof.Dr.Bilge UMAR-İnkilap yay.
Eski Foça:Felix Sartiaux-Ege Turizm Cemiyeti yay.1952
Foça Kazılarında bulunan arkaik devir mimarlık eserleri 6.Türk Tarih Kongresi Ankara 1965 Prof.Dr.Ümit Serdaroğlu
Foça kazıları ve Kyme sondajları,Anadolu Uygarlıkları -Net Yay.Prof.Dr.Ekrem AKURGAL
Kazı sonuçları:Prof.Dr.Ömer ÖZYİĞİT
1989,1990,1991,1992,1993,1997,1999,2000 li yıllar. Kültür bakanlığı yayınları.